Doksanlı yıllar boyunca İzmit ve Gölcük’te çok sayıda organizasyon işleri için kente sık sık geliyordum. Bir zaman sonra belediyeciler, gazeteciler, iş adamları, sanatçılar ve askerler arasında bir çevrem olmaya başladı. Git gide kente bağlanmaya, kendimi buralı gibi hissetmeye başlamıştım. Hatta 1999 yılında Kavaklı Spor için gönüllü çalışmaya karar vermiş, kulübün birçok ihtiyacını sponsorlardan temin etmeyi başarmıştım. Hatta Kavaklı Spor’a Başkan olmam için teklifler ciddileşmişti bile…
Başta Saraybahçe Belediyesi olmak üzere, Büyükşehir Belediyesi, Gölcük Belediyesi, Donanma Komutanlığı gibi kurumlara çok sayıda organizasyon yaptım. Kentin sosyal ve kültürel hayatı ile de yakından ilgilenmeye başlayınca, özellikle gençlerin potansiyeline hayran kaldım. Elbette ki sadece gençler değildi hayranlık duyduklarım. Şairler, fotoğraf sanatçıları, oyuncular, şarkıcılar… Dışarıdan bakınca sanayi kenti olarak algılanan Kocaeli’nin aslında ne kadar da derin bir kültür birikimine sahip olduğuna şaşırdım. Sevdim buraları…
Sonraları kentin tarihi hakkında bilgi almaya başladım. Nikomedya ile tanışınca her şey daha anlaşılır bir hale geldi. Kentin kültürel potansiyelinin dünyaca tanınması gerektiğine inanmaya başladım ve bunun için birçok girişimde bulundum.
İstanbullu olarak sevdiğim bu kentin bir gün dünyaca ünlü olması hayalini kurarken, hiç de hayal etmediğimiz bir sonuçla bu kentin dünyaca tanınacağını asla tahmin edemezdim…
1999 yılında yine bir organizasyon için Gölcük Donanma Komutanlığı’nda çalışırken, kaderin beni de bu sevdiğim kentin toprağı altına alacağını nasıl bilebilirdim ki?
17 Ağustos / 03.02… Evet artık Kocaeli dünyaca tanınan bir kentti. Konakladığım Orduevi Askeri Misafirhanesinin yerle bir olması sonucu göçük altında kaldım. Şehrin güzel insanlarını yutan bu kara afetin bir parçasıydım artık. Can çekişiyordum toprağın derinliklerinde. Kimse sesimi duymuyordu! Eziliyordum, yok oluyordum. Hayatımın sonuna acılar içinde hızla yaklaşmıştım. Çaresizdim… Nefessizdim… Ezilmiş, parçalanmış bir bedenle ağzımın içine dolan topraktan son nefesimi almaya çalışıyordum. Bu kent bu sonu hak etmemişti! Ben de hak etmemiştim…
Kader son anda sesimi duydu. Daha yapacak çok işim vardı. Kader belki de beni, göçük altında kalıp da sesini duyuramayan halkın ve göçükten çıktığı halde hala ruhları toprak kalan insanların sesi olmam için görevlendirmeye karar vermişti… Üç askerin canları pahasına kazdığı tünelden dışarıya çıkartıldım ama girdiğim şok nedeniyle öldüğümü sandıklarından, ceset torbasına konmamı engelleyemedim. Bir askeri gemiyle getirildiğim Bandırma Devlet Hastanesi morgunda, duyarlı bir gencin kontrolü sonucu yaşadığım anlaşılınca, birkaç yıl sürecek olan hayatta kalma mücadelesi başladı. İstanbul’daki Amerikan Hastanesi’nin desteğiyle bir süre komada kaldıktan sonra, aylar süren tedavi denemeleri sonucunda “yürüyemez” raporu ile taburcu oldum. İnsanlık kendiliğinden kurduğu zinciri işletiyordu. Bedelsiz destekler sürüyordu. Aşkın adlı gönüllü fizyoterapistin ısrarlı çabaları sonucu aylar sonra destekle yürümeye başladım. Hayata iki bastonumla devam edebilecektim. Sevgili dostum Okan Bayülgen’in ısrarı üzerine kitap yazmaya kara verdim. “Her Şeyin Bittiği Yerden” ismini verdiğim kitabımın ilk 4 baskısı derhal tükendi. Sesini duyuramayanlar adına yazıyordum artık. Deprem konusunda uzmanlaşan herkesle iletişim kurmaya başladım. Dernekler, Vakıflar, Üniversiteler, Arama Kurtarma gönülleri… Yetmiyordu ama yetmiyordu! Daha fazla şeyler yapmak istedim.
Neler olup bittiğini, nedenlerini, bu yazgıyı asla hak etmeyen depremzedelerin sesini en iyi nasıl duyurabileceğimi düşünmeye başladım… Evet, sonunda karar verdim. Film çekmeliydim. En iyi bildiğim iş buydu zaten. Derhal kolları sıvadım ve çalışmalara başladım. Ben göçük altındayken dışarıda neler olduğunu anlamaya çalışırken karşılaştığım bilgiler, daha da dehşete kapılmama neden oldu. Bu bir kader değildi, düpedüz cinayetti…
Bu seferlik bu kadar… Daha sonraki yazılarımda sizlerle birçok şey paylaşacağım. Bazen depremden söz ederken, bazen de filmlerden, şiirlerden, insan öykülerinden söz edeceğim. Paylaşmak istediğim şeylerin arasında ilginizi çekenler oldukça benimle iletişim kurmanızı arzu ederim. Kolektif olmak için önceden tanışmış olmamıza gerek yok. Hiç tanımadığım insanların kurduğu insanlık zinciri sayesinde hayatta kalan biri olarak karşınızda olduğumu unutmayın! Belki bir gün, ben de ihtiyacı olan hiç tanımadığım birine yardım edebilirim…
Yeniden görüşmek üzere…
Sami Dündar
Yorum Yaz
Yorumlar
FLAŞ KOCAELİ GAZETESİ
Tel: 0555 819 86 99