Madam teyze derdik 1 numaralı dairede oturan teyzeye. İki kızı, bir de oğlu vardı. En büyükleri Şuşan abla, ortanca olanı Anayit abla, en küçükleri ise Bedros ağabeydi.
Biz sokakta oynarken, madam teyze hep camdan bizi izlerdi. Susadığımızda, sürahisi hemen hazır olurdu. Hepimize ayrı bardakla içirirdi elleriyle.
Arayıcıbaşı sokak sakinleri ilginç bir mozaikti. Biz çocuklar için bulunmaz bir fırsattı bu sokak. Karşı çaprazımızda fahişelikle hayatını kazanan ve bu sayede oğlunu özel okulda okutan bir ablamız vardı. Hepimiz onun ne iş yaptığını bilirdik ama hiçbir falsosunu görmemiştik. Ramazanda oruç tutar, Cuma günleri Karaköy’deki Yeraltı Camii’ne giderdi namaz kılmaya…
Az ilerdeki apartmanın yarısından çoğu Yahudi’ydi. Alt komşumuz Laz bir aile idi ama babaları imam olduğu için ailenin kızları kapalı gezerlerdi. Bir de her sabah namaza kalktığında dualarını sesli ederdi, okula hazırlanırken imam amcanın dualarını duyardık.
Zeki bakkal, Karslı bir Azeri’ydi. Feodal bir yapıları olmasına rağmen çok talihsiz(!) bir olayı sessizce yaşamaktaydılar. Zeki ağabeyin erkek kardeşi homoseksüeldi ve bunu fütursuzca yaşamaktan kendini alıkoyamazdı. Ondan utanırlardı fakat bu konu hiç konuşulmazdı.
Yan apartmanımızın bodrum katında Kürt bir aile yaşardı. İki oğulları, bir de kızları vardı. Aralarında birer yaş olduğu için hepsi birden bizimle oynayabiliyorlardı. Fakat onlara çok kızardık. Çünkü ekip oyunlarında hile yapabiliyorlardı. Aralarında Kürtçe konuşarak biz anlayamadan organize oluyorlardı. Biz de onlara alternatif olarak özel bir kuşdili geliştirmiştik…
Sokağımızın delisi bile vardı…
O gün plastik bir topla futbol oynuyorduk. Her zamanki gibi sokağın iki başını çöp tenekeleriyle trafiğe kapatmıştık. Bana gelen pası sert bir vole ile kaleye yollamak isterken top, yön değiştirerek camdan bizi seyreden madam teyzenin suratında patladı. Kahrolmuştum…
Madam teyze “yok bir şey evladım, acımadı” dese de, benim içim çok fena acıyordu…
Hiç unutamadım yıllarca bu duyguyu. Onu her görüşümde kanıyordum içten içe… Yıllar geçiyordu. Anayit abla, kendisi gibi Ermeni olan çok tatlı bir adamla evlenmiş, dünya şekeri bir kız çocuğu sahibi olmuşlardı. Şuşan ablanın ise kısmeti kapalıydı herhalde, bir türlü hayırlı bir kısmeti çıkmıyordu. Bedros ağabey ise bir Müslüman kızla derinleştirmişti ilişkisini. Madam teyze çok üzülüyordu bu duruma. Kızın ailesi de öyle. Âşıktı iki genç birbirlerine…
Günün birinde Bedros ağabey annesine “ben evlendim anne” diyerek eşyalarını toplamaya başlamıştı. Evlerindeki hüzün sokağımıza yayılmıştı. Bedros ağabey gittiği günden beri madam teyze penceresini kapalı tuttu. Sokakta oynarken onu artık göremiyorduk…
Çok geçmeden siyah bir cenaze arabası, madam teyzeyi aldı aramızdan…
Sanki o günden sonra mahallemizin tadı kaçmıştı.
Araya uzun yıllar girdi. Ben hapisten çıkmış, kendi işimi kurmuştum. Bedros ağabey evine geri dönmüştü. Şuşan abla hala evlenememişti.
Bir sabah babam beyin kanaması geçirmiş, hastaneye kaldırmıştık. Dört yıl yaşayabilmişti, felçli ve bilinçsiz olarak.
Üsküdar’daki aile mezarlığımıza defnedilmek üzere, musalla taşına getirmiştik babacığımı, yıkadıktan sonra…
Sıra cenaze namazının kılınmasına gelmişti. Cemaat saf tutmaya başlamıştı. Gözlüğümü ne kadar sıklıkla silsem de, yaşlarımın yoğunluğundan camlarının buğusu bir türlü geçmiyordu. Etrafımdakileri göremiyordum. Çok kalabalıktı…
Hoca namazı kıldırmaya başlamıştı. “El Fatiha” dediğinde dayanamayıp sesli okumaya başlamıştım duayı. Sanki böğürüyor gibiydim. Sıra selamlamaya gelmişti…
“Esselam-ın aleyküm ve rahmetullah” diyerek başımı çevirdiğimde, Bedros ağabeyle göz göze geldim. İlk kez bir Müslüman cenaze namazına geldiğinden yanlış tarafa doğru selam vermişti. Tam yanımdaydı, ağlıyordu o da…
Babamı herkes gibi o da çok severdi. Tabutu cenaze arabasına taşırken şaşkınlığım iyice artmıştı. Sokağımızdaki diğer gayri-Müslimler de omuz vermişlerdi…
Biz böyle bir sokakta yaşadık…
Yorum Yaz
Yorumlar
FLAŞ KOCAELİ GAZETESİ
Tel: 0555 819 86 99