Yüzümde berberden yeni çıkmış olmanın vermiş olduğu tatlı bir yanma hissi vardı. Sıcak bir yaz günüydü. Bahariye’de yürüyorduk. Kadıköy’de olmanın verdiği güzel hisler ise içimde ağır basıyordu. Birden kulağıma soru gibi gelen ama aslında soru olmayan şu kelimeler dizisini işittim “Aşkım Mangoya girelim mi?!!!”
İlk duyduğumda beynim bu cümleyi işledi, soru olarak değerlendirdi ve bir cevap hazırladı. Tam bu cevabı uzaya salacakken zıplayıp zıplayıp inen saçlarının hızlı bir şekilde benden uzaklaştığını ve bu zıplayan saçlara Mango tabelasının arka fon oluşturduğunu gördüm. Bu fotoğraf karesini görünce bu soru gibi olan cümlenin aslında bir soru olmadığını idrak ettim. Zira soru cümleleri, cevaplarını işitmek için kurulur. Burada ise soru sahibi ve sorusu cevaptan bağımsız bir şekilde cevap kaynağından uzaklaşıyorlardı. Zannedersem Mango’nun yörüngesine oturmuştu ve Mango’nun çekim etkisi ile hızla, bir çarpışmaya doğru serbest düşüşe geçmişti. Hazırlanmış cevabı boğazımda bırakarak arkasından mağazaya hızla yöneldim. Soru sahibinden birkaç saniye sonra mağazaya girmiş olmama rağmen kendisini göremedim. Nasıl oldu anlamadım, çünkü yol = hız X zaman denklemini sağlamıyordu. Yok oldu. Bu denklemin içindeyken üst kattan bana seslendi “Aşkım buradayım!” Ne ara çıktın dememe kalmadan tekrar görüntü alamamaya başladım. Buranın atmosferi ve fizik kuralları sanırım farklı diyerek olayı normalleştirmeye çalıştım ama aslında dehşet içindeydim. Zaman, Mango’ya girdiğimden itibaren normal düzleminden farklı olarak hızlı ilerliyordu. “Bana bir çay koyar mısın?” gerçek eylemindeki gizli mesafeden daha fazla olan Mango üst kat mesafesini, çay koyma zamanından çok daha az bir sürede katetmişti.
Kafayı yememek için konunun üzerinden atlayıp üst kata çıktım. Merdivenden çıkmak için bir sürü kadın ile adeta metrobüse binme mücadelesi verdiğim için zirvede kendimi yorgun hissediyordum. Çevreyi algılamadan oturacak yer aradı gözlerim. Sakallı bir hemcinsimin yanında yarım lobluk bir puf parçası gözüme ilişti. Hızlı adımlarla gidip yarım lobumu yerleştirdim. Etrafıma bakıp adeta ses hızında hareket eden Mango’ya giriş “Sebebimi” bulmaya çalıştım. Bir kadın gözüme ilişti. Aslında ilişmedi yaptığı hareketlerle adeta gözlerime ve ilgime zorla el koydu. Kendisi her iki elinde çok sayıda kıyafet ile havada garip şekiller çiziyordu. Yüzü tanıdık geldi dememe kalmadan bana “Aşkım gelsene, iki saattir gel diye işaret ediyorum yaaaa” dedi. Bir anda tanıdım, bu benim “Sebebimdi”. Ama yüzündeki hırs ve aç gözlülük dolu ifade kendisini bir an için tanıyamama neden olmuştu. Zavallının her iki elinde de 5-10 tane kıyafet olduğu için bana gel diye hareket yaptığını sanmış, bense bu anlamsız hareketleri adeta Afrika yerlilerinin dini ayinlerine benzetmiş, sanırım bir kadın indirim duası yapıyor diye düşünmüş ve üzerime alınmamıştım. “Yok ben böyle iyiyim” dercesine bir yüz ifadesi ve el hareketi yaptım ama kendisi yine benim cevabım ile değil, önündeki sepet dolusu kıyafet ile ilgilenmeye başlamıştı bile. Bu anlamsız diyalog çabasının ardından lobu lobuma komşu, sakallı hemcinsime döndüm ve göz göze geldik. Yüzündeki bütün mimikler silinmişti. Donuktu. Bir süre göz göze kaldıktan sonra gözlerinin ve dudaklarının titrediğini gördüm. İçime bir ateş salmıştı. Sanırım çok uzun bir süredir bu mağazada mahsur kalmıştı. Tahminimce; berberde sinekkaydı tıraş olup sevgilisi ile buluşmuş, gezerken ölümcül bir hata yapıp buraya girmişlerdi. Aylardır bu pufta oturuyor olabilir, saçı sakalına bu mağazada karışmış olabilir diye düşündüm. Çünkü konuşmuyordu ama gözleri “İmdat, beni buradan çıkarın” demeye başlamıştı gözlerime. Sonra ona acımayı bırakıp can derdine düştüm ve kendimi düşünmeye başladım. Aynı tuzağın içindeydim. Belki “Sebebimi” Mango’nun derinliklerine inmeden tutup kolundan dışarıya atabilirim dedim kendi kendime ve az önce dikildiği noktaya doğru baktım. Baktığım anda tuzağın kapandığını, artık çok geç olduğunu anladım. “Sebebim” şişmanca bir kadın ile bir kıyafetin iki ucundan tutup çekişiyorlardı. Tartışma çıkmıştı. Şişmanca kadın karşısında asaletinden ödün veren “Sebebim” çok değişik bir karaktere bürünmüştü, Bayrampaşa’nın derinliklerinde gece yarılarına kadar bakkalın köşesinde oturan, gelene geçene laf atan mahalleli gençlerden biri oluvermişti. Karamsarlık çöktü üzerime. O sırada merdivenleri yeni tamamlamış, nefes nefese bir hemcinsim ile göz göze geldim. “İmdat” demek istedim, diyemedim. Bunun yerine içimden “Eyvah!” diyerek sağ elimi yüzüme götürüp, baş parmağım sağ elmacık kemiğime, diğer dört parmağım ise sol yanağıma gelecek şekilde avucumun ayası ile açık olan ağızımı kapattım. Elime ve parmaklarıma hafif uzamış sakallarım geldi.
Yorum Yaz
Yorumlar
FLAŞ KOCAELİ GAZETESİ
Tel: 0555 819 86 99